İslam İnanç ve Hayat Düzenidir
İslâm'ın bir inanç düzeni ve bir program olduğu şüphesizdir. Ancak İslâm, incelikli, kapsamlı, insan ruhunun her durumunu düzenleyen, İnsan ruhunu çerçeveleyen bütün anlamlı şeyleri kapsayan ve ister bireylerle, ister toplumlarla ilgili olsun; isterse de içinde yaşadığımız dünya ile veya güzel olmasını İstediğimiz âhiret hayatı ile ilgili olsun; nefsin idrâk ettiği herşeyi içine alan bir düzen haline geldikten sonra tam anlamıyla inanılan bir inanç düzeni ve bağlanılan bir program olabilmiştir.
Bir inanç düzeni olarak İslâm, Allah'a, meleklerine, kitâblarına, peygamberlerine ve âhiret gününe îmân etmekdir. Bir hayat düzeni olarak ise; insana tam anlamıyla egemen olmak, ona hayat yöntemini ve hayatın hedefini göstermekle birlikte, dünya ve âhirette mutluluğa ulaştıracak çalışma yollarını da göstermektir.
Bir hayat düzeni olarak İslâm, müslümanın bütün hareket ve davranışlarını yönlendirdiği gibi, düşünüş ve niyetlerinde söz ve işlerinde de egemen olur. Gizli ve açık her şeyinde ona egemen olduğu gibi, yalnız başına olduğu ve başkalarıyla birlikte bulunduğu zaman da ona egemendir. İslâm, müslümana yemesinde, içmesinde, giyim ve kuşamında egemendir; alış verişinde, her türlü tasarruf ve ilişkisinde egemendir; ciddi ikende, oyalanırken de, üzülürken de, sevinirken de, razı iken de, gazaplı iken de ona egemendir. Fakirliğinde, zenginliğinde de, sağlığında da, hastalığında da, zayıflığında, güçlü olduğunda da ona egemendir. Varlığında, yoksulluğunda, küçüklüğünde, büyüklüğünde, saygı gördüğünde, değersiz görüldüğünde de ona egemendir. Çocuklarıyla, ailesiyle olan ilişkilerinde, dostluğunda, düşmanlığında, savaşmda ve barışında da ona egemen olur. Birey olarak, toplum içerisinde yönetici olarak, yönetilen olarak, işveren ve işçi olarak da hep egemendir ona. Zihinden geçebilen veya insanın bulunması mümkün olup da o konuda islâm'ın müslümana egemen olmayacağı, çizdiği yöne doğru girmesini istemeyeceği hiçbir durum söz konusu olamaz.
İslâm'ı hayat düzeni olmayan, soyut bir inanç olarak sananlar îslam'a dair hiçbir şey bilmeyen bilgisizlerdir. Ya da İslâm'ın gerçeklerini anlamak imkânını bulamayan geri zekâlılardır. İslâm, gerçekte Allah'ın mümin kullarını boyadığı bir boyadır:
«(Bizler) Allah'ın boyasıyla boyanmışız. Boyası Allah'tan daha güzel olan da kimmiş?» (el-Bakara/138).
Müslüman, İslâm boyasıyla boyanmadığı, kendisini, ailesini ve ilişkilerini İslâm'ın katıksız rengiyle renklendirmediği takdirde müslüman olamaz.
İslâm'ı yalnızca bir inanç düzeni olarak sanan bu kimselerden daha cahil ve daha geri zekâlı olanlar da vardır. Bunlar, müslümanlarm yararını, İslâm'ı bir inanç düzeni olarak koruyup hayat düzeni olarak da onu terk etmelerinde görenlerdir. Bunlar daha bilgisiz ve daha geri zekâlıdırlar, çünkü İslâm'ın inanç esas ve prensipleri herşeyi bilen ve yaratan tarafından konulmuş olan İslâm düzeninin gölgesi olmaksızın yaşama ve yayılma imkânını asla bulamaz.
Bu gibi kimselerin bir inanç düzeni olarak İslâm'ı kabul ederken, bir hayat düzeni olarak ona imân etmemelerini de bir türlü anlayamıyorum. Acaba bunlar, inanç düzeni olarak onun Allah tarafından gönderildiğini kabul ediyorlar da, hayat düzeni olarak böyle olmadığını mı kabul ediyorlar?
«De ki: Hepsi Allah'tandır. Bu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?» (en-Nisâ/78).
İslâm'ı din olarak insanlara bildiren Allah, aynı şekilde onu bir inanç ve hayat düzeni olarak da bildirmiştir. Allah, insanların başka bir dini seçmelerini de kabul etmiyor :
«Kim İslâm'dan başka bir din arayacak olursa, o (din) ondan asla kabul edilmez ve o, âhirette ziyana uğrayanlardan olur.» (Ali İmrân/85).
Alah, İslâm dinini eksiksiz kılmıştır. Onu eksiksiz kılmakla da kulları üzerindeki nimetlerini kemâle erdirmiş ve İslâmı onlar için din olarak seçip ondan hoşnut olmuştur. Onların ise, Allah'ın kendileri için beğenip seçtiğinden başkasını seçmeleri caiz olamaz :
«Bugün, sizin için dinimi eksiksiz kılmış, üzerindeki nimetimi tanamlamış, sizin için din olarak da İslâm'ı seçmiş ve ondan hoşnut olmuş bulunuyorum.» (el-Mâide/3).
Allah, din olarak İslâm'ı seçmiş bulunduğuna, onu insanlar için bir inanç ve hayat düzeni olarak beğenmiş olduğuna ve böyle bir seçmede bulunmayı mümine haram kıldığına göre, müminin dilediğini seçme imkânı nasıl olur da söz konusu olabilir?
«Allah ve rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, kadın olsun erkek olsun hiçbir mümin için dilediğini seçmek yakışmaz.» (el-Ahzâb/36).
Bu gibi kimseler, islâm hükümlerinin parçalanamayacağını ve ayrılma kabul etmediğini; naslarının bir kısmıyla amel edilip diğer kısmının terk edilmesinin yasaklandığı gibi, bir kısmına îmân edip diğer kısmına küfr etmenin de yasaklanmış olduğunu, böyle bir ayırıma gidenleri Allah'ın, dünya hayatında horlukla, âhirette de şiddetli azâbla tehdit ettiğini bilmiyorlar mı?
«Sizler Kitabın bir kısmına îmân edip bir kısmıma küfür mü edersiniz? Sizden böyle yapanların cezası dünya hayatında bir horluk ve hakirlikten başka birşey değildir. (Bu gibileri) Kıyamet Gününde de azabın en şiddetlisine geri çevirilirler.» (el-Bakara/85).
Rasulullah döneminde bir topluluk, Rasulullah'ın nevalarına uygun bir şekilde hüküm vermesi için, Allah'ın indirmiş olduğu bazı hükümleri uygulamaktan vazgeçmesini temenni etmişlerdi. Bunun üzerine vahiy inerek, Rasûlullah'a, Allah’ın indirdiklerine sımsıkı sarılması emredildi ve bu gibi fâsıkların hevâlarına uymaktan sakındırıldı. Bu gibi kimselerin hevalarına uymanın Câhiliyye Hükmü olacağı bildirildi ve en üstün ve en güzel hükmün Allah'ın kulları için seçmiş olduğu hükümler olduğu öğretidi:
«Bir de (şu emri indirdik : ) Onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile hüküm ver, onların hevâlarına uyma. Allah'ın sana indirmiş olduğunun bir kısmından seni sapıtacaklar diye sakın onlardan. Eğer onlar, (indirilen hükümleri kabul etmekten) yüz çevirirlerse, bil ki Allah, günahlarının biri sebebiyle bile mutlaka kendilerini musibete uğratmak istiyordur. İnsanlardan bir çoğu, muhakkak ki (Allah'ın emrinden dışarı çıkan) f âsıklardır.
«Onlar halâ Câhiliyye devrinin o (sapık) hükmünü mü arıyorlar? Sağlam bir kanaata sahip olacak bir topluluk için, hükmü Allah'tan daha güzel olan kimmiş?» (el-Mâide/49-50).
İslâm'ın akidesi ile İslâm'ın hayat düzenini biribirinden ayırmak isteyenler, kasıtlı veya kasıtsız olarak İslâm'ın düşmanlarıdır. İslâm'ın hayat düzeni, elektriği üreten araç durumunda ise, İslâm akidesi aracın meydana getirdiği aydınlıktır. Araç dumura uğrayacak olursa, aydınlık da kesilir, İslâm da orada biter.
İslâm Dini, ırklar, renkler ve uluslar arasında birlik sağlamaya onları toplu olarak bir yöne doğru yöneltmeye, tek bir yol ve tek bir gaye etrafında toplamaya kadir olmakla diğer düzenlerden ayrı bir özelliğe sahiptir. İslâm, bunu ancak, hem inanç ve hem de bir hayat düzeni olduğu için gerçekleştirebilmiştir.
İslâm, belirli inanç ilkeleriyle bize gelmiştir. Ancak İslâm, yalnızca bunlarla yetinmemiş; bu ilkelerin üzerinde yükseleceği ve kendisiyle hayat bulacağı bir .yaşayış düzenini de getirmiş, bu düzene uymamızı emretmiş ve buna göre hareket etmemizi istemiştir. Bu, eğitim ve yönetmeleriyle son derece incelikli bir düzendir, önceden de söylediğimiz gibi; herşeyi kapsamına almakta, insanın her durumuyla ilgilenmekte, kişiyi bir aşamadan öbür aşamaya ulaştırmakta, nihayet onu enâniyet ve nevalarından sıyrılacak bir noktaya getirmekte ve onu Kur'ân esaslarına hizmet edecek ve bu hizmetin içerisinde kendisini feda edecek bir aşamaya ulaştırmaktadır.
İşte îslâm, böylece tüm müslümanları aynı eğitimden geçirmekte, hepsini aynı hedefe yöneltmekte ve onları başka şeylere bağlılıktan soyutlayarak aynı hedeflerin hizmetine vermektedir. Onlardan bir tanesinin isteği, diğerinin de arzusudur. Onlardan belirli bir topluluğun kendisi için çalıştığı şey. başka bir topluluğun da kendisi için çalıştığı şeyin aynısıdır. Onların küçüklerinin emeli, büyüklerinin de emlidir. Onlardan bir tanesine zarar veren, hepsi için zarardır. Onların, kişi olarak sayıları ne kadar çok olursa olsun, yaşadıkları topraklar biribirine ne derece uzak olursa olsun, tek bir nefistirler, tek bir kalptirler ve tek bir kişidirler.
İşte bu esastan hareket ederek Rasûlullah, bütün müslümanların tek bir vücuda benzetmiştir. Bu vücudun bir organı rahatsızlanacak olursa, vücudun diğer kısımları da, uykusuzlukla ve ateşlenerek onun ıstırabına katılır.
İslâm, gerçek yapısıyla bir inanç ve bir hayat düzen olduğuna göre; onun yapısı, aynı zamanda bir yönetim düzeni olmasını da gerektirmektedir. Çünkü akidenin varlığı ve ayakta durması, akidenin hizmetinde olacak bir düzenin de hazır hale getirilmiş olmasını gerektirir.
İslâm'ın hayat düzeni kendisini koruyacak, kendisini adım adım izleyecek İslâmî bir yönetim düzeni olmaksızın ayakta duramaz. Çünkü İslâmî olmayan her bir yönetim düzeninin, İslâm düzenini tümüyle çalışmaz hale getireceği kuşkusuzdur. İslâm'ın hayat düzeninin yerleştirilmesi, İslâmî bir yönetim düzeninin de yerleştirilmesini gerekli kıldığına göre, bunun anlamı şudur:
İslâmî Yönetim, İslâm'ın gereklerindendir veya onun tabiatındandır.
Abdulkadir Udeh