İlim Dünyamıza Hoşgeldiniz.. ßiร๓illคђiггคђ๓คภiггคђi๓ ..νυѕℓαтıм özℓємiм∂iя..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

İlim Dünyamıza Hoşgeldiniz.. ßiร๓illคђiггคђ๓คภiггคђi๓ ..νυѕℓαтıм özℓємiм∂iя..

KaRdEsLiGiN DaIm oLdUgU, sEvGiLeRiN BiRlEsTiĞi, DoStLuKlArIn bItMeDiGi AiLe fOrUmUmUzDa iYi vAkIt gEçIrMeNiZ UmUdUyLa eFeNdIm eDePlE GeLeN HüRmEtLe gIdEr.
 
AnasayfaKapıLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 ÂHÂD HABER

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




ÂHÂD HABER Empty
MesajKonu: ÂHÂD HABER   ÂHÂD HABER Icon_minitimeCuma Tem. 31, 2009 2:12 pm

Râvî sayısı bakımından mütevâtir* derecesine ulaşmamış hadîsler için kullanılan bir usûl-i hadîs ıstılahı.
Âhâd, lügatta, "bir" manasına gelen "ehad" ve "vâhid" kelimelerinin çoğuludur. Matematikte birler hanesini ifade eder. Haber, herhangi bir şey veya mesele ile ilgili olarak nakledilen bilgi anlamındadır. Hadîs ilminde ise Hz. Peygamber'in kavlî, fiilî ve takrîrî sünnetlerinin sözle ifadesi demek olan "hadîs" kelimesinin müterâdifi olarak kullanılır. Bazı âlimler, Hz. Peygamber hakkındaki rivayetler için "hadîs", Sahâbe ve Tâbiûn sözleri için de "haber" tabirini kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu itibarla "âhâd hadîs" yerine "âhâd haber" deyimi yaygınlaşmıştır.
Hz. Peygamber'den, Sahâbe'den ve Tâbiûn'dan nakledilen haberler, onları rivayet edenlerin sayıları bakımından değişik isimler almışlardır. Bir haber, ilk kaynağından itibaren her nesilde yalan üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir kalabalık tarafından rivayet edilmişse buna "mütevâtir haber" denir. Eğer herhangi bir nesilde haberin râvî sayısı en az üçe düşerse "meşhûr" veya "müstefiz"; ikiye düşerse "azîz"; bire düşerse "garîb" veya "ferd" adını alır. Mütevâtir dışında kalan haber çeşitlerinin hepsine birden "âhâd haber" denir. (Talât Koçyiğit, Hadîs Istılahları, 118)
İlk asırlarda yalnız bir kişinin rivayet ettiği hadisler hakkında "haber-i vâhid" tabiri kullanılıyordu. Nitekim İmâm Şafiî, haber-i vâhidi, "Hz. Peygamber'e veya ondan sonraki bir şahsa ulaşıncaya kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haber" şeklinde tarif etmiştir. (eş-Şâfiî, er-Risâle, 160). Ancak daha sonraki devirlerde bu tabir, iki, üç ve hatta daha çok kimsenin birbirinden naklettikleri fakat mütevâtirin şartlarına hâiz olmayan bütün haberler hakkında kullanılmıştır. (Koçyiğit, a.g.e. s, 22)
Haber-i vâhidin kesin bilgi ifade edip-etmediği ve buna bağlı olarak da onunla amel edilip-edilemeyeceği konusundaki görüşlere gelince, şöyle özetlenebilir. İslâm âlimlerinin bir kısmı, râvileri âdil (güvenilir) ve senedi Hz. Peygambere kadar muttasıl (kesiksiz) olan âhâd haberin ilim yani kesin bilgi ifade ettiğini ve ameli gerektirdiğini kabul etmişlerdir. Bazıları ise "zan* ifade eder" demişlerdir. Zan ifade etmesi, râvilerinde yanılma ihtimalinin bulunması dolayısıyladır. (Talât Koçyiğit, Hadis Târihi, 183-189)
Âhâd haberler kesin bilgi vermezler. Gerekli bilgilerin bulunması halinde bile sadece zan ve galip zan ifade ederler. Âhâd haberler küfür ve iman konusunda delil olamazlar. Zira akîdeyi ilgilendiren bir konudaki deliller zan ifade etmemelidirler. Akâid'te zan geçerli değildir. Âhâd haberler fıkhi ve ahlâkî konularda amel edilen haberlerdir.
Âhâd haberlerin delil olamayacağını savunan âlimler genellikle şu ayetleri delil göstermişlerdir:
"Bilmediğin şeyin peşine düşme. " (el-İsrâ, 17/36) ve "Zan, hakdan hiçbir şey ifade etmez." (en-Necm, 53/28). Ayrıca bu görüşü savunanlar ashâbın tek kişi tarafından rivâyet edilen bir haber için genellikle şahid* istediklerini ve bazı sahâbelerin tek yoldan gelen haberle amel etmeyişlerini de ileri sürerler. Ama genellikle âhâd yolla gelen haberler kabul edilmiş ve akîde dışındaki konularda amelde delil sayılmışlardır.
Aralarında Ahmed b. Hanbel'in (241/855) de bulunduğu bir grup, haber-i vâhidin kat'iyyet ifade ettiği görüşündedirler. (Âmid, el-İhkâm, I,108) İbn Hazm der ki: "Resulullah'a (s.a.s.) varıncaya kadar hep adil kimselerin rivayet ettiği haber-i vâhid hem ilim* hem de amel* ifade eder." (İbn Hazm, el-İhkâm, I, 119).
İslâm âlimlerinin çoğuna göre âhâd haberler zan ifade ettiğinden itikadî meselelerde tek başına huccet * sayılmazlar. Zira itikatta zannî olmayan kesin delîle itibar edilir. Mâmafih bu görüşte olmayan ve akâîd meselelerinde de, sahîh olmak şartıyla mütevâtirâhâd farkı gözetmeksizin bütün hadîsleri delîl olarak kabul eden âlimlerde mevcuttur. Ahmed b. Hanbel, İbn Teymiyye,* İbn Kayyim (Ali Osman Koçkuzu, İslâm Dininde Haber-i Vâhidin İtikâdî ve Teşriî Yönlerden Yeri ve Değeri, 63) ve İmâm Eş'arî* (Ebû Zehrâ, Târîhu'l-Mezâhibi'l İslâmiyye, I, 185) bu kanaattedirler.
Amelî konulara gelince; İslâm âlimlerinin genel kanaatı bu çeşit haberlerin amelî ve ahlâkî konularda delil olması şeklindedir. Ancak burada en önemli şart, haberin Hz. Peygamberden sudûr etmiş olduğunun ve doğru nakledildiğinin tespitidir. Bunun için de, râvisi gereken şartlara haiz olmalı, hadîs her türlü illet ve kusurdan uzak ve hadîs tenkidinin gerektirdiği şartları kendinde toplamış bulunmalıdır. (Koçkuzu, a.g.e., 132) İmâm Şâfiî* ve Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere fakihlerin çoğunluğu haber-i vâhidin sıhhati hakkında, Hz. Peygamber'den itibaren güvenilir (sika) râvîler tarafından rivayet edilmesinden başka bir şart aramamışlardır. (Ebû Zehv, el-Hadîs ve'l-Muhaddisûn, 282) İmam Mâlik* ayrıca, Cumhûr'un ve Medînelilerin büyük ekseriyetinin haber-i vâhid hilâfına hareket etmemiş olmalarını şart koşar. (Ebu Zehv, a.g.e., 281) İmâm Ebû Hanîfe'nin haber-i vâhidleri kabulü için ileri sürdüğü şartların en mühimleri şunlardır:
1. Mütevâtir ve meşhûr sünnete aykırı olmaması.
2. Kur'an-ı Kerim'in genel hükümlerine ve manası açık ayetlere aykırı olmaması.
3. Herkesin bilmesi ve nakletmesi gereken konularda olmaması.
4. Güvenilir râvîlere muhalefet edilmemiş olması. (Ebû Zehv, a.g.e., 281-282)
Ebû Hanîfe zamanında hadis uydurma hareketi korkunç bir şekilde yayıldığı için o, haber-i vâhidlerle amel etme konusunda ağır şartlar ileri sürmüş, pek titiz davranmış, haber-i vâhidlerin çoğunu reddetmiş, kıyası birtakım hadîslere tercih etmiştir. O bunda mâzûrdur. (Subhi es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları, 266)
Haber-i vâhidin dinde delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı hususundaki münakaşaların, Mu'tezilenin zuhuru ile ortaya çıktığı göz önünde bulundurulursa, bu münakaşalarda söz konusu edilen haber çeşidinin sadece bir kişinin haberi olduğunu, aziz ve meşhur denilen haber çeşitlerini bu münakaşaların şümûlü içinde mütalâa etmemek gerektiğini kabul etmek icap eder. (Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, 24)
Hz. Peygamber'den yapılan her rivayetin tevâtür derecesine ulaşması elbette mümkün değildir. Ona nisbet edilen her haberi tenkid süzgecinden geçirmeden kabul etmek ne kadar yanlış ise, râvîlerin hatası veya yanılma ihtimali var diye hadîsleri reddetmek de o derece yanlıştır. Bu gerekçe ile hadîsleri bütünüyle reddedenler sapıklığa hatta küfre düşerler. Sahîh hadîsin şartlarını taşıyan âhâd haberler, sadece amelî ve ahlâkî konularda değil, itikâdî konuların açıklanmasında da birer dînî delil sayılırlar.
Nuri TOPALOĞLU
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
vuslatım özlemimdir
Yönetici
Yönetici
vuslatım özlemimdir


Mesaj Sayısı : 916
Kayıt tarihi : 02/04/09
Yaş : 47
Nerden : SİVAS

ÂHÂD HABER Empty
MesajKonu: islami sözlük (A)   ÂHÂD HABER Icon_minitimePtsi Ağus. 03, 2009 2:42 pm

ABÂDİLE:

Abdullahlar Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı (arkadaşları) arasında fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde şöhret bulmuş Abdullah adını taşıyan sahâbîler Abâdile, Abdullah kelimesinin çokluk şeklidir Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı arasında A bdullah isimli üç yüz kadar sahâbi bulunmaktaydı Fakat bunların içinde; Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Zübeyr, Abdullah bin Amr bin Âs radıyallahü anhüm, ilimdeki yükseklikleri sebebiyle Abâdile ünvânı ile tanındılar Bunlara Abâdile-i Erbea da denilmektedir
Abdullah bin Mes'ûd'un (radıyallahü anh) fıkıh ilminde önemli bir yeri olduğu halde, Abâdile arasında zikredilmemesi, bu tâbirin onun vefâtından sonra çıkmış olması sebebiyledir Bununla berâber onu Abâdileden sayan âlimler de vardır (İbn-i Hümâm, Ahmed Naîm)

ABD:

1 Kul (Bkz Kul)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allahü teâlâ, abdini (Muhammed aleyhisselâmı) bir gece Mescid-i Haram'dan, Mescid'i Aksâ'ya ***ürdü (İsrâ sûresi: 1)
Göklerde ve yerde olan herkes, hiçbiri müstesnâ olmamak üzere, çok esirgeyici Allahü teâlâya mutlaka abd olarak gelecektir ( Meryem sûresi: 93)
2 Köle
Üzerinize, sizi Allahü teâlânın kitâbı ile yöneten bir abd bile vâli tâyin edilse, onu dinleyin ve itâat edin (Hadîs-i şerîf-Müslim)

ABDEST:

Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik Namazın dışındaki farzlardan biri
Abdest, Kur'ân-ı kerîmde şu âyet-i kerîme ile farz kılınmıştır:
"Ey îmân edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerle berâber ellerinizi yıkayın ve başlarınızı meshedin ve her iki topukla berâber ayaklarınızı yıkayın" (Mâide sûresi: 6)
Her kim abdest aldıktan sonra, benim üzerime on kerre salât ü selâm getirse, Hak teâlâ, o kişinin hüznünü giderip mesrûr eder, duâsını kabûl eder (Hadîs-i şerîf-Eyyühel veled İlmihâlî)
Her ne zaman ümmetimden biri abdest alırken, Bismillah deyip elini yıkarsa, eliyle yaptığı (küçük) günahların hepsi afv olur Ağzına, yüzüne ve diğer âzâlarına su verdikçe, bütün günâhları dökülür (Hadîs-i şerîf-Eyyühel veled İlmihâli)
Abdest üzerine abdest almak, nûr üstüne nûrdur (Hadîs-i şerîf-Keşfül-hafâ)
Hanefî mezhebine göre abdestin farzları dörttür: Yüzü bir kerre yıkamak İki kolu dirsekleri ile birlikte, bir kerre yıkamak Başın dörtte bir kısmını mesh etmek, yâni yaş eli başa sürmek İki ayağı, iki yandaki topuk kemikleri ile birlikte bir kerre yıkamaktır Ayrıca abdestin sünnetleri, edebleri vardır (İbn-i Âbidîn)
Abdestsiz olarak şu üç şeyi yapmak haramdır: Namaz kılmak, Kâ'be'yi tavâf etmek, üzerinde bir kılıf bulunmaksızın Kur'ân-ı kerîme ve bir âyet-i kerîmeye dokunmak Câmiye abdestsiz girmek ise mekruhtur (Şürnblâlî)
Abdestli olarak ölen ölüm acısı çekmez (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

ABDİYYET:

Kulluk makamı Evliyâlığın en yüksek makâmı, derecesi İyilikleri Allahü teâlâdan bilip kendinden bilmemek
Allahü teâlânın lütf ve ihsânı ile Abdiyyet derecesine ulaşmak istiyen kimsenin, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selleme tam olarak uyması lâzımdır Bu yüce zirveye o yüce peygambere tam uymakla kavuşulur Bu, Allahü teâlânın bir lütfu olup, onu d ilediğine ihsân eder (İmâm-ı Rabbânî)

ABES:

Boş, faydasız şey
Namazda abes hareketler mekruhtur Elbise ile oynamak gibi Namazda faydalı hareketin meselâ eli ile alnındaki teri silmenin zararı olmaz Pantolonun tozunu silkmek, mekruhtur Kaşınmak abes değilse de, bir rüknde, eli üç kere kaldırmak, namazı bozar (İbn-i Âbidîn)
Abesle meşgul olmak insanı lehv ve la'ba (oyun ve eğlenceye) sürükler Bâzı lüzumsuz şeyler insanın abes işlere dalmasına sebeb olur (Murâd-ı Münzâvî)

ABESE SÛRESİ:

Kur'ân-ı kerîmin sekseninci sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Kırk iki âyet-i kerîmedir Birinci âyet-i kerîmede yüzçevirdi, iltifat etmedi mânâsına olan Abese lafzı sûreye isim olmuştur Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin Allahü teâlâ tarafından bir mev'ize (nasihat, öğüt) olduğu bildirilmekte, Cenâb-ı Hakk'ın kudret ve azametine (büyüklüğüne) deliller getirilmekte, kıyâmet gününün dehşetli vaziyeti, o gün iyilerin ve kötülerin halleri ve daha başka hususlar anlatılmaktadır
Abese sûresinde meâlen buyruldu ki:
O gün (kıyâmet günü) kişi kardeşinden, anasından, babasından, hanımından ve oğullarından kaçar O gün onlardan herkesin kendine yeter bir işi vardır (Herkes kendi derdiyle meşgul olur Başkasını düşünemez) O gün yüzler vardır (dünyâda iken yaptığı gece ibâdetleri veya aldığı abdestler sebebiyle) parıl parıl parlayıcıdır (Gördükleri nîmetler sebebiyle) gülücüdür, sevinicidir (Bunlar mü'minlerdir) O gün yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak bürümüştür Onu (da) bir zulmet, karanlık ve siyahlık kaplar İşte bunlar kâfirler, fâcirlerdir (Âyet: 34-42)

ÂB-I HAYÂT:

Hayat suyu Saf ve berrak su İnce ve derin mânâlı söz Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şekilde ifâde için de kullanılır Âb-ı hayevân, Âb-ı Hızır, Âb-ı zindegânî, Âb-ı bekâ da denir
Evliyânın bâtınları, kalbleri âb-ı hayâttır Bir katre (bir damla) tadan, ölümsüz hayâtı bulmuş ve sonsuz seâdete, mutluluğa kavuşmuş olur (İmâm-ı Rabbânî)
Her sözünüz kalbime âb-ı hayât katresi, Senden başka rûhumun yok kurtuluş çâresi
(Lâ Edrî)
Âb-ı hayât olmayıcak kısmet ey gönül Bin yıl gerekse Hızır ile Seyr-i Skender et
(Zeyneb Hâtun)

ÂBİD:

İbâdet eden Farzları ve vâcibleri yerine getirdikten sonra çeşitli nâfile ve yapılması sevab olan işlere de devam eden Çokluk şekli, ubbâd'dır
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Tevbe edenler, âbidler, hamd edenler (cihâd veya ilim öğrenmek için) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, emr-i mârûf nehyi anil münker yapanlar ve Allahü teâlânın sınırlarını koruyanlar (yok mu? İşte onlar da Cennet ehlidir Habîbim) Sen o mü'minlere dahi Cenneti müjdele (Tevbe sûresi: 112)
Allahü teâlânın haram kıldığı (yasak ettiği) şeylerden sakın, insanların en âbidi olursun (Hadîs-i şerîf-Miftâh-un-necât)
Âbidin en büyük maksadı, âhiret sevâbına kavuşmaktır Âbid, ibâdetinden öyle zevk alır ki, ibâdetten bir an men' edilse, onun için en büyük eziyet olur Hattâ âbidlerden biri; "Ölümden korkmuyorum, ancak gece ibâdetime mâni olacak diye korkuyorum" de miştir Diğeri de; "Allahım mezarımda da bana ibâdet imkânlarını ihsân et" diye duâ etmiştir (İmâm-ı Gazâlî)

ACEM:

Arab olmayan
Ey insanlar! Rabbiniz birdir Babanız da birdir, hepiniz Âdem'in çocuklarısınız Âdem ise, topraktandır Allah katında en kıymetliniz takvâsı (Allahü teâlâdan korkarak haramlardan, günâhlardan sakınması) çok olanınızdır Arab'ın Acem'e bir üstünlüğü yoktur Üstünlük ancak takvâ iledir (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hişâm)

ÂCİR:

Malını kirâya veren
Kirâdaki binânın ve eşyânın tâmiri ve zamanla tıkanmış boruların tâmiri âcire âittir Tâmir etmezse, kirâcı evden çıkabilir Fakat yaptırmaya âciri cebr edemez (zorlayamaz) Ev sâhibinin izni ile kendi yaparsa, parasını kesebilir Kendiliğinden yapar sa kesemez Kullanmak için lâzım olan şeylerin (meselâ hamur ocağı) tâmir parasını kirâdan kesemez (Ali Haydar Efendi)
Kirâ müddeti bitince, âcir uzatmaz ise, kirâcı çıkar Malı, olduğu gibi teslim etmesi lâzımdır Teslim etmezse gasb etmiş olur Fakat kullanma sebebiyle herkes için âdet (ve mümkün) olan yıpranma ve bozukluklar kabahat sayılmaz (İbn-i Âbidîn)


En son Zeynep-Aylin 58 tarafından Ptsi Ağus. 03, 2009 2:48 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
vuslatım özlemimdir
Yönetici
Yönetici
vuslatım özlemimdir


Mesaj Sayısı : 916
Kayıt tarihi : 02/04/09
Yaş : 47
Nerden : SİVAS

ÂHÂD HABER Empty
MesajKonu: islami sözlük (A)   ÂHÂD HABER Icon_minitimePtsi Ağus. 03, 2009 2:47 pm

ÂCİZ:
Gücü yetmeyen, güçsüz, zayıf
Allahü teâlâ her şeye kâdirdir (gücü yeter) Eğer gücü yetmezse âciz ve noksan olurdu Âcizlik ve noksanlık Allahü teâlâ için düşünülemez (Teftâzânî)
İnsanın felâkete uğraması iki sebeptendir: Birincisi âciz olan nefsine (kendine) güvenmesi İkincisi kendisi gibi âciz olan başka bir mahlûka güvenmesidir (Abdülhakîm Arvâsî)
En iyi kul, Allahü teâlânın karşısında şükürden âciz olduğunu bilendir (Abdullah Harrâz)

ACÛZE:
İhtiyar, çok yaşlı kadın
Yaşlı bir kadın Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve selleme geldi Resûl-i ekrem; "Acûze Cennet'e giremez!" buyurdu Bunun üzerine kadın ağlamaya başladı Bunu görenPeygamber efendimiz; "Sen o gün yaşlı değil, genç olursun" buyurdu ve gönlünü aldı (İhyâu ulûmiddîn)
Kızların, kadınların, acûzelerin beş vakit namaz, Cumâ, bayram namazları ve va'z dinlemek için câmiye gitmeleri câiz değildir (İbn-i Âbidîn)

ÂDÂB:
Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak Müfredi (tekili) edeb'dir (Bkz Edeb)
Âdâba riâyetsiz hizmetin faydası yoktur (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)

ADAK:
Nezr, Allahü teâlânın rızâsının elde edilmesi veya bir isteğin yerine gelmesi veya bir belâ ve musîbetin giderilmesi maksadıyla Allahü teâlâ için oruç tutmak, kurban kesmek gibi başlıbaşına ibâdet olan veyâ benzeyen bir şeyi kendisine vâcib kabûl etm e (Bkz Nezr)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyurdu ki:
Adaklarını yerine getirsinler" (Hac sûresi: 29)
Adak ibâdettir Allah için yapılır Kul için yapılmaz Adak edilen şeyin farz veya vâcib olan bir ibâdete benzemesi veya başlıbaşına bir ibâdet olması lâzımdır Namaz, oruç, hacca gitmek, köle âzâd etmek vb adak edilir Abdest almak, ölü kefenlemek, ezan okumak, mekteb ve câmi yapmak başlıbaşına ibâdet olmadıkları için adak yapılmazlar Adak iki türlüdür: 1) Mutlak adak: Allahü teâlâ için bir sene oruç tutacağım demek gibi Düşünmeden, söz arasında dilinden çıkmış olsa da yerine getirmek vâcibtir 2) Şarta bağlı adak Hastam iyi olursa Allah için şu kadar sadaka vermek, sevâbını meselâ Seyyid AhmedBedevî hazretlerine bağışlamak nezrim, adağım olsun demek gibi Hasta iyi oldukdan sonra bunları yapmak lâzım olur Adağı yerine getirmek vâcibdir Bâzı âlimler farzdır, dedi (İbn-i Âbidîn)

ADÂLET:
Her işte hakkı gözetme ve orta yolu tutma Haklıya hakkını verme Haksızlıktan sakınma Zulmün zıddı, kânun önünde eşitlik
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adâletten alıkoymasın Âdil olunuz! (Mâide sûresi: Cool
Muhakkak ki Allahü teâlâ adâleti, ihsânı (iyilik yapmayı) ve akrabâya muhtac oldukları şeyleri vermeyi emreder (Nahl sûresi: 90)
Hak ve adâlet üzere bir gün hâkimlik yapmağı, bir sene devâmlı gazâ etmekten daha çok severim (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Bir saat adâlet ile idârecilik yapmak, altmış sene nâfile ibâdet yapmaktan daha iyidir (Hadîs-i şerîf-İslâm Ahlâkı)
Adâlet mülkün temelidir (Hazret-i Ömer)
Adâlet üç kısımdır: a) Allahü teâlâya kulluk etmek Bunda sâhibinin hakkını gözetmek vardır Her insanın yaradanına karşı borçlu olduğu bu kulluk vazîfesini yerine getirmesi vâcibdir b) İnsanların hakkını gözetmek c) Vefât eden geçmişlerin hakkını gözetmek yâni onların borçlarını ödemek ve vasiyetlerini yerine getirmek (Kınalızâde Ali Efendi)

Adâlet-i ictimâiyye:
Sosyal adâlet; Herkesin; çalışması, bilgi ve kâbiliyeti, gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi (Bkz Sosyal Adâlet)

ADÂVET:
Düşmanlık, sebebsiz olarak bir kimseye düşmanlık etmek, husûmet
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Sen kötülüğü, en güzel haslet ne ise onunla önle (Öfkeye sabr ile, cehâlete ilim ile, kötülüğe afv ile karşılık ver) O zaman (görürsün ki) seninle arasında adâvet bulunan kimse bile sanki yakın dostun olmuştur (Fussilet sûresi: 34)
Kıymetli ömrünü dâimâ adâvet ve husûmet sebebiyle keder ve huzursuzlukla geçiren kimselere yazık (Ahmed Rıfat)
Üç şey adâvete sebeb olur: Mal hırsı, insanların ikramlarına düşkünlük göstermek, insanların göstereceği îtibâra önem vermek (Ebû Osman Hîrî)

ADEM:
1 Yokluk, varlığın zıddı
Kâinâtın aslı ademdir Âlemler yâni her şey var olmadan önce ademde idiler (Kemahlı Feyzullah Efendi)
2 Tasavvufda sâlikin (tasavvuf yolcusunun) kendisini kaplayan mânevî hal sebebiyle kendinden geçmesi hâli

ÂDEM (Aleyhisselâm):
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhakkak ki, Îsâ'nın hâli de (yâni babasız dünyâya gelişi de) Allah indinde, Âdem'in hâli gibidir Allahü teâlâ onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol" dedi, o da (can gelip) oluverdi (Âl-i İmrân sûresi: 59)
Allahü teâlâ Âdem'i (aleyhisselâm) yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan yarattı Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bâzıları da bu renklerin arasındadır Bâzısı yumuşak, bâzısı sert, bâzısı hâlis ve temiz oldu (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan şekline koydu Bu sûret Mekke ile Tâif arasında kırk yıl kalıp (salsâl) oldu Yâni pişmiş gibi kurudu Önce Muhammed aleyhisselâmın nûru alnına kondu Sonra Muharrem'in on uncu Cumâ günü rûh verildi Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi Boyu ve yaşı kesin olarak bildirilmedi Allahü teâlânın emri ile bütün melekler, Âdem'e doğru secde etti İblis, kibirlenip, bu emre karşı geldi ve secde etmedi Âdem aleyhisselâm kırk yaşında Firdevs adındaki Cennet'e ***ürüldü Cennet'te yâhut daha önce Mekke dışında uyurken, sol kaburga kemiğinden hazret-i Havvâ yaratıldı Allahü teâlâ onları birbirine nikâh etti Yasak edilen ağaçtan unutarak önce Havvâ, sonra Âdem aleyhisselâm yedikleri için Cennet'ten çıkarıldılar Âdem aleyhisselâm Hindistan'da Seylan (Serendib) adasına,Havvâ vâlidemiz ise, Cidde'ye indirildi Âdem aleyhisselâm iki yüz sene ağlayıp yalvardıktan sonra, tövbe ve duâsı kabûl olup, hacca gelmesi emr olundu Arafat ovasında Havvâ ile buluştu Kâbe'yi yaptı
Her sene hac yaptı Arafat meydanında veya başka yerde, kıyâmete kadar gelecek çocukları belinden zerreler hâlinde çıkarıldı Allahü teâlâ tarafından; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye soruldu Hepsi; "Evet Rabbimizsin" dediSonra hepsi zerreler hâline gelip, beline girdiler Sonra Şam'a geldiler Burada çocukları oldu Neslinden kırk bin kişiyi gördü Bin beş yüz yaşında iken çocuklarına peygamber oldu Çocukları çeşitli dillerde konuştu Cebrâil aleyhisselâm kendisine on iki kere geldi Oruç, her gün bir vakit namaz, gusül abdesti emredildi Kendisine kitap verilip; fizik, kimyâ, tıp, eczâcılık, matematik bilgileri öğretildi Süryânî, İbrânî ve Arabî diller ile kerpiç üstüne çok kitap yazıldı Bir rivâyete göre iki bin yaşında iken Cumâ günü vefât etti Hazret-i Havvâ da kırk sene sonra vefât etti Kabirlerinin Kudüs'de veya Mina'da Mescid-i Hıf'de yâhut Arafat'da olduğu rivâyetleri vardır (Nişancızâde ve Sa'lebî)

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ÂHÂD HABER
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
İlim Dünyamıza Hoşgeldiniz.. ßiร๓illคђiггคђ๓คภiггคђi๓ ..νυѕℓαтıм özℓємiм∂iя.. :: ♥✿•*¨✿`*•✿♥....:::İSLAMİ SÖZLÜK:::...♥✿•*¨✿`*•✿♥ :: A-B-C-
Buraya geçin: